19. Yüzyılda Alman Şarkiyatçıların Bektaşîlik Serüveni

Ali Haydar AVCI
Alevi tarihi ve kültürü ağırlıkla sözlü geleneğe dayanmaktadır. Bu anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü konar-göçer gelenekten gelen toplumsal yapılanmaları ve bu yapılanmanın ortaya çıkardığı düşünsel
algıyla birlikte, bunun başta gelen önemli sebeplerinden biri de, bu topluma karşı yüzyıllar boyunca kesintisiz süregelen katliamların yanı sıra, yoğun bir şekilde yazılı kaynakların, belgelerin ve kayıtların da yok edilmesidir.  Öyle ki, yakın dönemleri bir yana bırakalım, 16. yüzyılda bile Alevilikle -Osmanlı yöneticilerinin deyimiyle Rafizlikle- ilgili kaynakların toplatılmasına ve imha edilmesine ilişkin birçok hüküm ve ferman elimizde bulunmaktadır.“Sözlü gelenek” derken konuyu kısaca irdelemenin sanırım yararı var. Öncelikle özgürlüğün olmadığı, baskının, saldırı, talan ve kıyımın alabildiğine yoğunlaştığı, kuşatılan umutların gizli ve kuytularda boy verdiği yerde, halk en başta sözlü kültürel değerleriyle konuşur. Benliğine ait bu değerleri “kutsal bir miras” algısı içerisinde koruma ve geleceğe aktarma gereksinimi duyar. Bir başka deyişle tarihini ve kültürünü belleğinde saklar. Sözlü gelenek yoluyla, kuşaktan kuşağa aktararak geleceğe taşır. Alevi tarihinin anlaşılması ve
açıklanması bakımından büyük önem taşıyan bu boyutun ülkemizde yeterince bilince çıkarıldığını ve değerlendirildiğini söylemek şu dönem için oldukça zor. Oysa bu boyut kapsamlı bir şekilde değerlendirilmeden, ayrıntılarına yeterince inilmeden bu toplumun tarihi ve kültürü ne ölçüde açıklanabilir? Karanlık kalan –ya da karanlıkta bırakılan-, görmezden, bilinmezden gelinen ya da yeterince açıklaması yapılamayan boyutlara ne ölçüde ışık düşürmek mümkün olabilir? Bir de bu noktada oluşturulan “yola ilişkin söz dağarcığı”nı, “gizli simgeler dili”ni ve “anlam yükü”nü de düşünecek olursak konunun ne denli önem taşıdığı yeterince anlaşılabilir.

 

Sözlü kültür geleneğinin, günümüzde artık önemli bir alan olan sözlü tarihe ve tarih içindeki toplumsal konumlanma ve ilişkilerin açıklanmasına son derece önemli katkılar sunduğu bilinmektedir. Bu noktada “sözlü gelenek” konusunu biraz daha açmak sorunun kavranması açısından yararlı olacaktır. Öncelikle nedir sözlü gelenek? Bu kısaca, değerlerin yaratılma ve yayılmasının “söz”e dayanıyor olması şeklinde yanıtla-nabilir. Bu bağlamda konunun ayrıntılarına inecek olursak sözlü geleneğin temel özellikleri genel anlamda; 1. değerler oluşumunun sözlü yaratılması, 2. sözlü anlatım ve sözlü çalıp söyleme, 3. bellekte taşıma ve sözlü aktarım, 4. sözlü yayılma şeklinde belirlenebilir. Sözlü gelenek, kaçınılmaz olarak bu alanda yaratılan değerlerde değişim ve koşullara uyarlamanın yolunu da açar.

 

Bu gerçeklikler dikkate alındığında önemli bir tarihsel mirasın temsilcisi ve taşıyıcısı olarak Alevi toplumunun tarihi ve kültürünün geniş alanlara ve toplumsal bilince taşınması, yeterince anlaşılmasının sağlanması ve nesnel zemine oturtulabilmesi açısından, bu alanda yapılmış çalışmaların gün ışığına çıkarılması ve değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.  Bu nedenle konuyla ilgili yapılmış her türden bilimsel çalışmalara, araştırma ve incelemelere çokça gereksinim duyulduğu açıktır.

 


Ciddi bir gereksinim olarak karşımıza çıkan bu eksikliği dolduracak çalışmaların büyük bir bölümü geçmiş yüzyıllarda ve günümüzde Batılı bilim insanları (Orientalistler), araştırmacılar, yazarlar ve gezginler tarafından gerçekleş-tirilmiştir. Fakat bunlar genellikle Batı dillerinde (Almanca, İngilizce, Fransızca, Latince ve İtalyanca) yayınlanmıştır. Bunların gün ışığına çıkarılması ve değerlendirilmesi önemli bir zorunluluk olduğu gibi, bunu gerçekleştirmek aynı zamanda bu alanda yapılabilecek büyük bir hizmettir.

 

Günümüzde toplumların, yarattıkları değerlerle, evrensel kültür ve gelişmelere, -yani bir anlamda insanlığın yaşamını kolaylaştıran ve geliştiren gelişmelere- sundukları katkılarla öne çıktıkları ve aynı oranda etkin ve saygın topluluklar oldukları görülmektedir. Alevi toplumu geçmişinden gelen evrensel boyutlu oldukça geniş bir düşünsel birikim ve kültürel mirasın sahibi olmasına karşın, bulundukları coğrafyada ortaya çıkan iktidar sahipleriyle yaşadıkları çelişki ve çatışmaların –ve uğradıkları ağır kıyımların- sonucu ve bu bağlamda ortaya çıkan kimlik sorunlarının bir uzantısı dâhilinde bunları evrensel değerler potasına, bir başka deyişle toplumların düşünsel birikimine katkı olarak sunamadılar. Bir bakıma bu değerlerin bilince çıkarılmasının ve evrensel boyutlara taşınmasının her dönemde yoğun biçimde engellendiğini de söylemek olanaklı.

 

Yalnız bu noktada bir gerçekliğin altını çizmek gerekir. Her ne sebeple olursa olsun, kültürlerini evrensel düzleme taşıya-mayan ya da evrensel değerleri yakalayamayan toplumların alt kültür grupları ya da geri kalmış topluluklar olarak kalması kaçınılmazdır. Bu doğal bir durumdur. Oysa ki Alevi toplumunun kültürü ve yarattığı değerler sistemi değindiğimiz gibi çok ciddi evrensel boyutlar içeriyordu. Bu değerler barışçıldı, insancıldı, eşitlikçiydi, her türlü baskı ve zorbalığa karşıydı, insanın mutluluğundan yanaydı. Kendi deyimleriyle yetmiş iki milleti bir gözle görür, emeği ve insanı kutsal sayardı. Her canlıya, her nesneye derin bir saygı duyardı. Böyle olmasına karşın bu saydığımız sebeplerden dolayı bu önemli düşünsel birikim yeterince değerlendirilemedi. Bunun önemli bir eksiklik olduğunu açıkça söylemek gerekir.

 

Bu konuyla ilgili Batılı (genellikle Alman) bilim insanlarının yaptığı çalışmaların (bulunması bir hayli güç olan) bir bölümünü araştırmacı-yazar arkadaşımız İlhami Yazgan yoğun emek gerektiren bir çabayla derlemiş ve çevrisini yaparak yayına hazırlamıştır. Emeğinin ve çabasının anlamı ve önemi büyüktür. Dilerim bu emek ve çaba gerektiği gibi anlaşılır ve değerlendirilir ve yine ekleyelim ki, önemli boşluğu dolduracak bu çalışmaların binbir emekle ortaya çıkarılması her türlü övgüye ve teşekküre layıktır. Arkadaşımızı kutluyorum. İlhami Yazgan’ın başarılarının sonsuz ve yolunun her zaman açık olmasını, kaleminin her demde yazmasını diliyorum.


19. Yüzyılda Alman Şarkiyatçıların Bektaşîlik Serüveni