ABBAS KARAKAYA`NIN KALEMINDEN ALMAN ŞARKİYATÇILARIN BEKTAŞİLİK SERÜVENİ

Bu hafta ele alacağım kitap 19. Yüzyılda Alman Şarkiyatçıların Bektaşilik Serüveni: Bektaşiler Tahtacılar Kızılbaşlar (2014) adını taşıyor. Derleyip Türkçe’ye çeviren İlhami Yazgan. Yazgan 1979’dan beri Almanya’da yaşıyor. Adından da anlaşılacağı gibi kitap Alman şarkiyatçılarının Alevi-Bektaşilik konulu çalışmaları üzerine. Ciddi bir arşiv araştırmasına dayanan eser için Yazgan önce Alman şarkiyatçılarının çalışmalarını (kitap, kitap bölümü, makale vb.)  tespit etmiş ve bunlardan bir liste oluşturmuş. Sonra, bu listeden en önemli bulduğu üçünü çevirip kitabında kullanmış. Yüz yirmi dört sayfa, beş bölümlük kitabın gövdesini (bölüm 2,3 ve 4) bu çeviri metinler oluşturuyor. Alevi-Bektaşi araştırmaları literatürüne değerli bir katkı olan kitabın bölümlerine yakından bakalım şimdi.



Kitabın birinci bölümü Alevi-Bektaşilik konusu üzerinde araştırma yapıp eser vermiş belli başlı Alman şarkiyatçılar ve  eserlerini tanıtıyor. Adı geçen şarkiyatçıların özgeçmişlerine dair kısa bilgiler de unutulmamış. Kitapta yapıtlarından en çok sözü edilen isimler Almanya’da Türkoloji çalışmalarının kurucusu kabul edilen Dr. Georg Jakob, Dr. Felix Von Luschan ve Dr. Edmund Naumann’dır. Bu üç şarkiyatçının adları kitabın ön kapağında da geçiyor. Yazgan araştırmacılar, akademisyenler kadar genel okuyucuyu da hedeflemiş görünüyor. Örneğin, Hans Joachim Kissling’in Ömer Seyfettin’in bir hikayesi üzerine yazdığı makalenin seçimi böyle bir düşüncenin ürünü olsa gerektir. Kissling söz konusu makalesinde, Ömer Seyfettin’in ‘Kurumuş Ağaçlar’ kitabında bulunan ‘Deli Murat’ adlı hikayenin esasında bir Bektaşi hikayesi olduğunu savunur. Seyfettin’in hikayesini Velayetname ve Makalat-ı Hacı Bektaş yapıtları ile karşılaştırmalı okur ve Seyfettin’in hikayesindeki değişiklikleri ‘sünnileştirme çabaları’ olarak yorumlar. Hikayenin iki versiyonunun -Velayetname’deki ‘ilk’ hali ve Seyfettin’in yazdığı hikaye- özetlerini aynı bölümde buluruz.  Yine bu bölümde, 1880’li yıllarda İstanbul’da gazetecilik yapmış Çaylak lakaplı Mehmet Tevfik tarafından derlenip yayımlanan bir Bektaşi masalının 1911 yılında Dr. Thedor Menzil tarafından Almanca’ya çevrildiğini, ancak masalın Türkiye’de yasaklanmış olduğunu öğreniriz.       


Dr. Georg Jakob’un 1908 yılında yayımladığı, bugün de önemini koruyan ‘Bektaşilik Öğretisi Üzerine Denemeler’ adlı çalışması ikinci bölümde yer alır. Yazgan hem bu bölümde, hem de kitabın geri kalanında çevirdiği metinleri yekpare olarak vermez. Metnin içine gerektiği yerlerde kendi sözünü de katar ve metne daha kolay nüfuz edilmesi için dipnotlarla destekler. Yaygın kanının aksine, özellikle dipnotların kitabın okunurluğunu artırıp daha zevkli hale getirdiğini söylemeliyim.  

Kitabın en kısa, üçüncü bölümü Dr. Edmund Naumann’ın yüz yirmi yıl önce Hacı Bektaş’a yaptığı ziyareti anlatan metni içerir. Naumann’ın etkileyici üslubunun kolayca seçildiği makalede Yazgan, Naumann’ın iki yanlışını -Hacı Bektaş Veli’yi Bektaşiliğin kurucusu ve Yeniçeriler’in fikir babası olarak göstermesi- düzeltir.  

Dördüncü bölüm Dr. Felix von Luschan’ın 1890’da yayımlanan ‘Tahtacılar’ başlıklı makalesine ayrılmıştır. Dr. Luschan makalenin bir yerinde “Ülkeyi ziyaret eden Avrupalı bir seyyah eğer biraz Türkçe biliyorsa, hizmetinde bulunan Sünni birinin, bir Tahtacı ile karşılaştıklarında, Tahtacıları aşağıladığını hemen gözlemler. Hizmetindeki kişinin ‘Tahtacı’ kelimesini nefret içeren bir söz gibi tekrar etmesi dikkat çeker. Tahtacılar, İslam kategorisinde görülseler de, Sünniler onları ‘kafir’ olarak görür. Onlar hakkında olumsuz konuşma alışkanlığını sürdürür.” diye bir gözlemde bulunur. (sayfa 103)

Alman şarkiyatçısı Dr. Luschan’nın 1890’larda Anadolu’da yaptığı gözlemin üzerinden bir asırdan çok geçmiş olsa da, 2014 Türkiye’sinde, ülkenin birçok yerinde hala Sünni çoğunluğun- ister halk, ister siyasal elitler katında- kolektif Alevi-Bektaşi algısını tasvir ettiği, bu ‘olumsuz’ söylem ve ‘aşağılama’nın yıllar içinde pek de değişmediği söylenebilir. Bizi böyle düşünmeye sevk eden çok şey sıralayabiliriz. 2014 Türkiye’sinde Aleviler’in hala eşit yurttaş sayılmamaları; ileri demokrasi aşamasında Alevi kimliğinin meydanlarda kalabalıklara yuhalatılması; Aleviler’in son otuz, kırk yıl içinde güvenlik sebebleriyle iç bölgelerden kıyı şehirlerine göçleri bunların ilk anda sayılabilecek üç tanesidir.   


Kitabın beşinci ve son bölümünde Yazgan, yazımızın başında değindiğimiz, Almanca yazılmış ya da Almanca’ya çevrilmiş Alevi-Bektaşi konulu çalışmaların listesini verir. 19. Yüzyılın son çeyreğinden 1950’li yıllara kadar yapılmış kırk bir çalışmanın ad ve künyesini içeren bu liste araştırmacı ve akademisyenler için çok değerli bir başvuru kaynağıdır. Dileğimiz başka dillerde de benzer listelerin hazırlanmasıdır. Hazırladığı listenin Almanca’daki tüm kaynakları yansıtmadığını belirten Yazgan listeyi oluştururken başvurduğu üç veritabanını da not etmiştir: www.bibliothek.uni-halle.de; www.archive.org; Köln Üniversitesi Kütüphanesi.


Batılı kaynaklardan alınma, kitaba serpiştirilmiş çok sayıda resim ve gravür okurun hayal gücünü destekliyor, ancak bazı görseller çok küçük olmalarından dolayı istenen etkiyi yaratmıyor. Ayrıca, sayfa on beşte 1821 tarihi 1826 olarak; sayfa yüz on yedideki 1940’lı yıllar ifadesi 1950’li yıllar olarak değiştirilmelidir. Son olarak, kitaba ‘sunu’ yazan Ali Haydar Avcı gibi ben de bu çalışmanın ‘her türlü övgü ve teşekküre layık’ olduğunu düşünüyorum. Ortaya çıkartılan bu çalışma için hem İlhami Yazgan’ı hem yayıncısı Leyla Akgül’ü tebrik ederim.      
   
11 Eylül 2014, Çekmeköy- İstanbul

Abbas Karakaya