KÜRT ANTROPOLOJİ VE ETNOLOJİSİNDE BİR SİMGE İSİM: PROF. LUSCHAN

Bilimsel Çalışmada Sansür ve Saptırma: Güneş- Dil Teorisi
Hep söylemişimdir; Türkoloji gibi Kürdolojinin, Persolojinin, Arabolojinin yani bir bütün olarak Oryantalizmin/ Şarkıyatçılığın/ Doğubilimciliğin babası da Batı’dır. Keza, bu bilim disiplinlerinin babası niteliğindeki Batı literatürü bilinmeden ve Türk resmi ideolojisinden kurtulmadan, bilimsel üretim yapılamaz ve tarihsel- toplumsal gerçeklikle buluşulamaz.

Bu gerçekliğe, araştırmacı İlhami Yazgan’ın, “isim babası” olduğum “ 19. Yüzyılda Alman Şarkıyatçıların Bektaşilik Serüveni” konulu kitabı dolayısıyla yeniden tanık olduğum için bir kez daha vurgu yapmıştım (Bkz. Öz- Po, 27 Kasım 2913). Gerçekten de, 1908 Meşrutiyet Devirimi ile iktidara geçen İttihad ve Terakki Hareketi, adeta devrimin ruhuna ihanet ederek önüne etno-dinsel temizliği, tek- tipleştirmeyi ve Türk- İslamlaştırmayı hedef olarak koyduğu için; kendinden önce Batı’da yapılan Osmanlı memleketlerine ve halklarına ilişkin bu tür çalışmaları özünden saptırarak, öngördüğü yeni toplum dizaynına uyarlamaya çalışıyordu.


Bundan dolayıdır ki, kadim uygarlıklar, inançlar ve kültürler havzası olan Anadolu- Kürdistan- Mezopotamya hattında oluşmuş tüm değerlere “Türklük” adına ipotek konmaya çalışılıyordu. Bu tutum, Cumhuriyet döneminde “Güneş- Dil Teorisi” ile daha da ırkçı bir kimliğe bürünüyor ve Amerikan kıtası dahil dünyadaki tüm dil, kültür ve uygarlıklar Türkler’e dayandırılıyordu.

Sözgelimi, bu kuramın öncülerinden Ord. Prof. Dr. Şemsettin Günaltay ile Prof. Hasan Reşit Tankut; “Dil ve Tarih Tezlerimiz Üzerine Gerekli Bazı İzahlar” adıyla 1938’de yayımladıkları bir kitapta; Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu Kongrelerinde savunulan tezlere sözde açıklık getiriyorlardı. Buna göre;
1-    Türkistan, en eski kültür merkezi ve Türkler’in ana yurdudur.
2-    Brakisefal ırkın ana yurdu Orta Asya’dır.
3-    Türkler beyaz ırktandır, ana yurtları Moğolistan değil Türkistan’dır.
4-    Başta Sümerler olmak üzere Önasya’nın Azyanik denilen kavimleri ve Etiler Orta Asya’dan gelmişlerdir.
5-    Mısır ve Orta Asyalı Brakisefallerin özellikleri vardır.
Daha sonra, Güneş- Dil Teorisi’nin Kaynakları konusunda şöyle deniyordu:

“Türk jenisinin mahsulü olan Güneş- Dil Teorisi’ni büyük şef Atatürk’ün dehası aydınlattı. Türk şeref ve istiklâlinin kurtarıcısı olduğu kadar Türk ilminin yapıcısı Olan Büyük Şef, Türk Dil Ekolü’nün kuruluşunu adım adım takip etti. Onun içindir ki, Güneş- Dil Teorisi’nde Kemalist Türkiye’nin yarattığı sosyetede (toplum MB) ve edindiği zihniyette göze çarpmakta olan berraklık mütalea edilebiliyor. (...) Güneş - Dil Teorisi, yeryüzü dillerinin hepsinde neolitik devirden başlıyarak ileri giden kültür anlamlarını ifade eden kelimelerin ana Türk dili orijininden doğduğunu ispat etmektedir.”(s.27, 38)

Sonraki bölümlerde, bu tezlerin isbatı için büyük bir zorlamayla Sümer , Eti (Hitit) ve Hint- Avrupa dillerinin Türk dilinden çıktığı iddia edilir...

Atamalı Türkoloji Profesörü Hasan Reşit Tankut, “Diyarbakır Adı Üzerinde Toponomik Bir Tetkik” (Ank. 1937) adlı bir başka broşürde ise; bu şehrin geçmişten buyana aldığı isimlere bakmaksızın, bu ismin “Bakır Diyarı”ndan kaynaklandığını savunur ve broşürü şöyle tamamlar: “Her vasfı ile öz ve temiz Türk olan Diyarbakır adı yabancı tesirlerle uzun müddet pas ve curuf içinde yaşadı. Atatürk’ün, yurd ve millet-severlik aşkının ilâhî ocağı olan kalbinden bir kıvılcım şimdi onu yeni süzülmüş temiz bir bakır parçası haline getirdi. Ne mutlu Diyarbakır’a.” (s. 14)

Tabii bu yaklaşımla, Ankara ismi “Ağanağakarağ”dan, Amazon ismi “Amma uzun ha”dan, Niyagara ismi “Yayğara”dan gelmekteydi... (Sözgelimi bkz. H. R. Tankut: Güneş- Dil Teorosine Göre Dil Tetkikleri/ Türk Dil Bilgisine Giriş; İst.1936).
Dahası, birçok gizli raporunu ilk kez yayımladığımız  Şark İlleri Asayiş Müşaviri ve Etno- Politika Uzmanı Tankut’un gizli raporlarda dile getirdiği görüşler, resmi görüşüyle taban tabana zıttı...

Kürdolojiye Önemli Katkıları Olan Bir Oryantalist: Prof. Luschan
İşte, İ. Yazgan’ın kitabında özellikle “Bektaşiler- Tahtacılar- Kızılbaşlar” ekseninde üzerinde durduğu ancak çalışmaları İttihadçı kalemşörler tarafından sansürlenen ya da saptırılan 19 Yüzyıl Alman araştırmacılarından biri Prof. Dr. Felix von Luschan’dı. Diğer ikisi ise Dr. Georg Jakob ve Dr. Edmund Naumann. Gerek devletin yarı-resmi yayın organlarında gerekse başkaca güdümlü çalışmalarda bu konularda yapılan sansürlemelere ve saptırmalara ilişkin çok sayıda örnek verilebilir ancak bunlara şimdilik girmiyoruz.

Prof. Luschan, 1854- 1924 yılları arasında yaşamış, arkeolojinin yanında etnografya, antropoloji ve tıp dallarında da uzmanlaşmış, yazınsal ve görsel bazda Kürdoloji bilimine önemli katkıları olan bir bilim insanıdır.
                                                                      
11 Ağustos 1854’te Avusturya’nın Viyana kentinin Oborhollabrun kasabasında doğan Luschan, birçok dalda yaptığı eğitimlerin ardından Viyana ve Berlin Etnoğrafya Müzelerinde ve Üniversitelerinde çalışmış, ardından İçtoroslar ve Akdeniz bölgelerinde arkeolojik kazıların yanısıra halk arasında araştırma yaparak, makale ve kitap boyutunda birçok çalışmaya imza atmıştır. Daha 1890 yılında “Die Tachtadschy” (Tahtacılar) üzerine bir çalışma yapmış ve bu, TRT’de iş arkadaşım olup, babasının “Türk Ansiklopedisi” koleksiyonunu bana armağan etme inceliğini gösteren Turan Sadi Selen’in babası Hamit Sadi (Selen) tarafından bir makaleye konu edilmiştir: Anadolu Etnografyası/ Tahtacılar; (Türk Yurdu, Sayı:21/ 1926) .
Bu kısa tanıtım yazısında değinilmese de, Yazgan’ın yaptığı bütüncül çeviride birçok ilginç belirlemeye rastlıyoruz. Sözgelimi birinde şöyle deniyor: “ Elimizde yeterli bilgi olmamasına rağmen, Tahtacılar ile Kuzey Suriye’de yaşayan Ansarihler’i, Fellahlar’ı, Batı Kürdistan’da Kürtçe konuşan Kızılbaşlar’ı, Orta ve Yukarı Mezopotamya’da yaşayan Êzidiler’i karşılaştırmalıyız. Böylece bu coğrafyada yaşamakta olan halklar arasındaki bağlantıyı bulabiliriz.” ( s. 110)

Luschan, birçok kez gittiği Anadolu ve Mezopotamya/ Semsur/ Komagene bölgesindeki Kürt yerleşkelerinde Kürtler üzerine antropolojik, etnolojik temelde birçok incelemeler yaptı ve bunları önce ünlü Alman etnografya ve seyahat dergisi Globus’da görseller eşliğinde makaleler halinde yayımladı, daha sonra da bir bölümünü 1922’de “ Völker, Rassen, Sprachen” (Halklar, Irklar, Diller) adıyla Berlin’de yayımladı. O, Kürtler’in kökeni konusunda temel tezlerden biri olan  (Mitanniler) tezini savunan antropologlardan biriydi.

Prof. Luschan’ın Kürtler açısından önemine ilk dikkatimizi çeken araştırmacı İlhami Yazgan oldu. Yazgan, yirmi yıl önce kaleme aldığı bir yazıda, Luschan’ın Kürtler’le ilgili belirlemelerini şöyle aktarıyordu:
“Kürtler üzerine yapılmış antropolojik çalışmalar ne yazık ki bugüne kadar yeterince ilgi görmedi. Kürdistan’ın doğusunda yaşayan Kürtler, istisnasız koyu tenli ve birlikte yaşadıkları İran halkı gibi oldukça kısa kafa yapılarına sahipler. Kürdistan’ın batısında yaşayan Kürtler ise, Doğu Kürdistan’da yaşayan Kürtler’den farklıdır. Üç grup arasında yaptığım incelemede, Batı ve Doğu Kürdistan’da yaşamakta olan Kürtler arasında büyük farklılıklar olduğunu tesbit ettim. Bu farklılığı bulmak için, 115 yetişkin Kürt erkeğini Karakuş’tan, 26 Kürt erkeğini 2 bin metre yükseklikteki Nemrut Dağı’ndan, 80 Kürt erkeğini de Hititler’in başkentine yakın olan Zincirli’den seçtim.

                                                                      
Karakuş’ta yaşayan 115 Kürt erkeği üzerinde yaptığım incelemelerde, 71 tanesinin, uzun kafa yapılarına sahip olduğunu gördüm. Nemrut Dağı’nda yaşayan 26 erkekten 15 tanesi ise Karakuş’ta yaşayan 71 erkek gibi uzun kafa yapılarına sahipti. Bu sayı Zircirli’de ise 80 erkekten 11 tanesi uzun kafa yapılarına sahip çıktı. Yani uzun kafa yapılarına sahip olarak belirlenenlerin hepsi, sarışın ve mavi gözlüydü. Uzun kafa yapılarına sahip tipler, Karakuş’ta yüzde 62, Nemrut’ta yüzde 58, Zincirli’de ise yüzde 39’u buluyordu. Üzerinde inceleme yaptığım 221 Kürd’ün yüzde 53’ü böylece uzun kafa yapılarına sahip olarak kayıtlara geçti. (...) Kürtler başlangıçta sarışın, mavi gözlü ve delikosefal özelliklere sahipti. Daha sonra coğrafik koşulların etkisi; Türkler, Ermeniler ve İranlılar’la olan kaynaşmalarından sonra, yavaş yavaş koyu tene ve kısa kafa yapılarına büründüler. (...) Ben Kürtler’in birlikte yaşadıkları Persler, Türkler ve Ermeniler’le bir bağlarının olduğunu yadsımıyorum; ama şu anda sarı tenli, sarı saçlı, mavi gözlü ve uzun kafataslı çok sayıda Kürd’ün yaşadığını da görmemiz gerekir diye düşünüyorum...” (Hevi gaz. Sayı:82-83/ 1998)
Prof. Luschan’ın gerek Globus’da yayımlanan makalelerinde gerekse kitaplarında gravür ve fotoğraf tarzında çok sayıda görsel malzemeye tanık oluruz. Çoğu 1890’lı yıllarda yayımlanan bu yazı ve görsellerin çoğunluğu “Das Volk der Kurden” (Kürt Halkı) ana başlığıyla veriliyor.

Birlikte çalıştığı, Berlin Etnoloji Müzesi’nde müdür olarak görev yapan ve 1924’te burada vefat eden Dr. Ritter’in de, yaşadığı dönemde Kürtler’le ilgili birçok makalesi yayımlandı. Kuşkusuz sadece Ritter değil; Dr. Edward Dicson’un, Dr. Lidley’in ve Albert Katz gibi şahsiyetlerin de Kürtler’le ilgili muhtelif etnolojik, folklorik ve biyolojik çalışmaları ya makale olarak ya da ünlü seyyahların kitaplarında yayımlandı.
Layard’ın 1853’te yayımladığı ünlü Seyahatname’de, kimi uzmanların görüşü doğrultusunda, Kürdistan’ın botanik özelliklerinden biri olarak Meşe ağacı türleri ve meyvesi üzerinde özellikle durulur. Öte yandan, Alman araştırmacı Albert Katz tarafından ortaya çıkarılan “Kürtler’in Hesap Metodu” ilginç bir etnolojik ve folklorik özellik olarak sunulur. Kısaca, bu tür örnekleri alabildiğine çoğaltmak ve örneklemek mümkündür.

Ancak biz bu kadarıyla yetinip, Prof. Luschan’ın Kürt antropolojisi, etnolojisi ve görsel tarihine önemli bir katkı yaptığını yeniden vurgulayalım. Onun, “Das Volk der Kurden” anabaşlığıyla yayımladığı ürünler, başlıbaşına bir eser niteliğindedir.

Mehmet Bayrak/15.02.19