OSMANLI´da BEKTAŞİLER ve YENİÇERİLER... / Ali Kizilgedik

Osmanlı ve Türk kaynaklarına göre  Bektaşi dervişler 12.-13. yyılda İran, Horasan´dan geldiğini söylemektedirler. Hacı Bektaş Veli ise   Türkmenistan´ın Nişapur şehrinden Anadoluya geldiği söylenmektedir. Hacı Bektaş Veli, ünlü düşünür Ahmet Yesevi´nin öğrencisi olduğu, kendi adına kurduğu Bektaşiliği Bursa´da yoğun olan Nakşibendilerden esinlendiği söylenir. (John P. Browne, Souvenirs de la Haute-Albanie) (Ilhami Yazgan, Bektaşiler, Tahtacılar, Kızılbaşlar s.32)

Aynı kaynak, Hacı Bektaş Veli´nin ölüm tarihini 1337 vererek,  türbesinin Ankara vilayetinin güneydoğusunda Ankara´ya 60 km mesafede bulunan, dokuma halılarıyla ünlü Kırșehir´e bağlı Suluca Karahöyük olarak verir, çok ziyaret edilen türbelerden biri olduğunu yazar. Hacı Bektaş Veli bektaşiçiliği kurmadığı ondan sonra geliştiği belirtmektedirler.





Hacı Bektaș Veli, Yeniçerileri kurulmasında hayır duası verdiğini, kendisinin kurduğu hakkında bilinmediği ama yeniçerilerin giydiği keçeden yapılan başlık ve omuza kadar uzanan bölümünün "Hacı Beşkta Veli´nin abasının kol yenisini" simgeliyor denilmektedir.
Ahmet Cevdet Paşa´nın 1883 yılında yayınlanan Tarih-i Cevdet adlı çalışmasında "Orhan Gazi zamanında kurulması düşünülen askeri birliğe dua etmesi ve güç vermesi için Hacı Bektaşı Veli´ye gidilir. Hacı Bektaş Veli ziyaretçilerine mantosundan birer parça verir ve yeni kurulacak askeri birlik için dua eder. Ziyaretçiler Hacı Bektaş´tan aldıkları parçaları öpüp başların üzerine koyarak Hacı Bektaş Veli´ye saygı ve hürmetlerini sunarlar. (Ilhami Yazgan, Bektaşiler, Tahtacılar, Kızılbaşlar s.56)

Kaynaklara bakıldığında Osmanlıda Şanizâde Ataullah Efendi´nin Osmanlı Devletinin resmi tarihçesi (Vak´anüvislik) görevindeyken görevinden azledilip idam edilmiştir. İdam sonrasından bulunduğu göreve "Üss-i Zafer" adlı eserinde  Yeniçeri Ocakları ile Hacı Bektaşi Dergahlarının neden kaldırılması gerektiğini yazan ve bunu rapor olarak Osmanlı Sultanı II. Mahmud´a sunan Hoca Esad Efendi getirilmiştir.

Alman Dr. Edmud Naumann Hacı Bektaşı ziyaret eder ve hakkında; "Bektaşilik ile Hristiyanlık arasında güçlü bir bağlantı var" derken, Theodor A.Ippen; "Beştașiler Ortodox Müslümanlardan çok, Hristiyanlara yakın" olduğunu yazar.  Dr. Felix von Luschan; "Türklerin, Bektaşilerin "Yarım Hristiyan" olduklarına inandıklarını yazar.

1826 yılında Yeniçerileri ortadan kaldıran Osmanlı Padişahı II. Mahmut hızını alamayıp, yeniçerilerin manevi dünyası Bektaşilere yönelip Bektaşi Dergahlarını kapattı. Hoca Esad efendi tarafından yazılan ve Yeniçerilerin kaldırılmaşı gerektiğini anlatan eser (Üss-i Zafer) II. mahmud´un uyguladığı iddalarla, bektaşiliğin kâfir, sapkın bir mezhep olduğunu vurgular. Ortadan kaldırma nedenlerini sıraladıktan sonra "Sultan II. Mahmud´un yayınladığı fermenla Bektaşilere karşı bir dizi önlemler aldığını duyurdu. Bu ferman üst düzeyde önemli devlet adamlarının katıldığı toplantıdan sonra ilan edildi. toplantıya katılanlar arasında eski ve yeni sadrazamlar, eski ve yeni  şeyhülislamlar, devlet ricalinde mesrevete memur olanlar ve dönemin tarikat şeyhleri katılmışlardı- istenen düzenlemeyi uygulamak için de miraskar Ali Bey, dönemin Şeyhülislami tarafından seçilen Şeyyid Ali Remzi Efendi görevlendirilmişti." (Ilhami Yazgan,Bektaşiler, Tahtacılar, Kızılbaşlar s.60-61)

Birçok Bektaşi dergahı ki bunların sayıları Istanbul´da olduk çafazlaydı, yakılıp yerle bir edildi. yalnızca Bektaşı mezarları bu yıkımın dışında kaldı. Bektaşı babalarının bır kısmının hayatları bağışlandı ama yüzlerce Bektaşi babası Anadolu´nun çeşitli sehirlerine sürgün edildiler. Sürgün yerleri ağırlıklı olarak Osmanlı memurları tarafından kontrol edilen müftü ve kadıların bulunduğu yerlerdi. Sürgüne gönderilenlerin çoğu gidecekleri yerlere ulaşmadan yollarda boğazlandılar. Bunlar arasında bulunan ve Istanbul Eyüp kadılığı yapmış olan Şanizade Mehmet Ataullah Efendi, 1829 yılında Aydın´ın kuzeyinde bulunan Tire kasabasında üç Bektaşi babasıyla birlikte ulu orta idam edilmiştir.

Tarih dalaverelerle dolu olduğunu, menfaat ve çıkarların kol gezdiği, hakimiyetin el değiştirdiği, dinlerin-inançların etkili olduğunu görebiliriz.  Dr. Edmund Naumann 1890 yılında Hacı Bektaş Türbesini yaptığı ziyarette edindiği izlenimlerini şöyle  anlatır; "Türbe, çevreden gelen maddi bağışlarla ayakta kalıyor. Çevrede bulunan 42 kasaba ve irili ufaklı 362 köy bu dergaha bağlı. Yardımlar buralardan geliyormuş, dergaha her yıl borç payı olarak ödenen 1500 kilo kaya tuzu Tuzluköy´den gönderiliyormus. böylece mutfağın yıllık tuz ihtiyaci da karşılanmış oluyor. Mutfakta kaynayan kazanlar için çok önemli ve ayrıca bu devasa kazanlar dergâha yeni gelen herkese gururla gösterilmekte. Kazanlardan yemek yiyenlerin kim olduğu hiç önemli değil. Ister Hristiyan ister Müslüman, birlikte yemeklerini yiyorlar. Buraya akın akın gelen insanlar aynı zamanda dini görevlerini yerine getiriyorlar. Hacı Bektaş Veli´nin mücizeli gücüne olan inanç ve ona bağlılık inanilmaz. Türbeye ziyaret eden insanlar Hacı Belktaş Veli´nin hayır dualarını almak için birlikte ibadetlerini yapiyorlar."

Herşey tarihte sorulur; insan olarak neler yaptın, kimin kuyusunu kazdın. Bunca kuyuları neyle doldurdun?  Dar ağaçlarında boyun baǧıyla neler yaptın? Köprü altlarında boynu bükükleri nasıl attın?  Sokaklarda ün almış bir imparatorluk gibi kanları hangi göle tașıdın? Șehirlerin alevlerinde kalkan yangın dumanı gibi kime acıyı yaǧdırdın? Hey tarih sen konuș, insanlık dinlesin....

Kaynak : İlhami Yazgan, 19. Yüzyılda ALMAN ŞARKİYATÇILARIN BEKTAŞİLİK SERÜVENİ-Bektaşiler, Tahtacılar, Kızılbaşlar)

Ali Kızılgedik..